Bir Amerikalı, bir Çinli ve bir Türk… diye başlasam fıkraya girer gibi oluyorum ancak konumuz fıkra değil.

Herbert William Heinrich hikayemizdeki Amerikalı, özellikle İşçi Sağlığı ve Güvenliği ile ilgili öncü çalışmalar yapmış, “Heinrich Piramidi” ile de günümüzde bilinen birisi.

1931 yılında yazdığı kitabında, ‘Industrial Accident Prevention, A Scientific Approach’, iş yerlerindeki kazaların gerçekleşmeleri ile ilgili Heinrich Piramidi olarak bildiğimiz oranları ortaya koyuyor. Buna göre; her 1 adet ölümcül veya kalıcı hasar bırakan kaza için aynı iş yerinde 29 adet küçük yaralanmalı hafif kaza ve 300 tanede yaralanmasız kaza gerçekleşiyor (raporlanmayan durumlar). 1–29–300 olarak bilinen bu kural aslında her büyük kazanın “ben geliyorum” diye bağırdığını, zamanında yakalanamayan semptomlardan ve alınmayan önlemlerden kaynaklandığını gözler önüne seriyor.

Hikayedeki Çinli ise Heinrich’den yaklaşık 2500 yıl önce yaşamış, ünlü bir asker ve filozof. Kitabı “Savaş Sanatı” günümüzde dahi bir çok askeri akademide, hatta büyük üniversitelerin dersliklerinde bile aktarılmaktadır. Tarihteki pek çok lideri de derinden etkilemiştir. Sun Tzu M.Ö. 500 civarında yazdığı kitabında savaş ve liderlikle ilgili onlarca taktik ve öğüt verir. Savaşmadan kazanan liderleri yüceltir.

Kim ne zaman savaşıp ne zaman savaşmayacağını bilen kazanacak – Sun Tzu

Kitabındaki onlarca öğütten benim bahsetmek istediğim yukarıdaki. “Savaşı ne zaman savaşması ne zaman savaşmaması gerektiğini bilen kazanacaktır” şeklinde çevirebileceğimiz cümle.

Gönderi için resim

Hikayemizdeki Türk ise biziz, hepimiz. Hepimizin kullandığı bir söz. Atalarımız söylemiş;

Yılanın başı küçükken ezilir — Atasözü

Zavallı yılanın burada bir suçu olmamakla birlikte bizim için düşmanı sembolize ediyor. Düşmanın güçlenmeden etkisiz hale getirilmesi ile ilgili bir söz. Tabii ki günlük hayatımızda biz bunu genelde problemlerimiz için kullanıyoruz. Problemler çok büyümeden üzerine gidip çözüme kavuşturmamızı öğütlemiş bize atalarımız.

Hikayemize bir de Japon ekleyelim, Seiichi Nakajima. TPM’in (Total Productive Maintenance) babası olarak tanımlanıyor. 1900 lerin ikinci yarısında Toyota Üretim Sistemi ile birlikte gelişen TPM, içinde Otonom Bakım, Planlı Bakım, Odaklanmış Kaizen, Eğitim vs gibi ana başlıkları (kendi dili ile ‘pillar’) barındıran, makinelerin verimliliğini arttırmayı 0-Arıza, 0-Kaza, 0-Küçük Duruş gibi hedeflere ulaşmayı sağlayan bir yöntem, prensip.

TPM’in önemli başlıklarından olan Otonom Bakımı inceleyelim biraz. Kelime kökeni Fransızcadan, “kendi kendine işleyen” demek. Operatörlerin bakım faaliyetlerine daha çok dahil olmasını, “fuguai” denilen “anormallikleri” erkenden fark edip zamanında müdahale etmesi veya haber vermesini hedefler.

Ayrıca zamanında yapılan küçük temizlik, sıkma, yağlama ve kontrol gibi faaliyetlerin, daha büyük problemleri, duruş ve arızaları azaltarak makine verimliliğini ve kalitesini arttıracağını ortaya koyar.

Bir annenin bebeğinin her türlü hareketinden, sesinden, ağlamasından tüm ihtiyaçlarını anlayıp giderebildiği gibi operatörlerinde makinelerini sahiplenmelerini, 5 duyuları ile makinelerini hissetmelerini, semptomları anlamalarını ve sağlıklı bir ömür geçirmeleri konusunda makinelerine yardımcı olmasını amaçlar.

Farklı farklı çağlarda, dünyanın farklı farklı yerlerinde aynı ana fikir. Heinrich, Sun Tzu, Atalarımız ve Nakajima…

Çağın Sezgin